Türkler tarih boyunca at sırtında gezen, sürekli savaşan, koyun – keçi gütmekten başka bir şey bilmeyen, göçebe/yürük bir millet olarak anlatıldı. Türkler orta asyadan göçtüklerinde sadece Anadolu’ya göçmemişler tabi ki, Hindistan taraflarına da göçmüşler, Hindistan uzun süre Türk ve Sünni Müslümanlarca idare edilmiş, günümüzde sadece müslüman sayısı Türkiye nüfusunun 4 katı ve Dünyada 2. Müslüman sayısına sahip 2. ülke. Yani ne kadar uzun bir süre kalmışız siz düşünün. Gelin bugün Türklerin Hindistan’da inşa ettiği mimari eserlerden 1 tanesini inceleyelim.
Hindistan’daki Türk devletleri denilince aklımıza Babürler, Gazneliler biraz geliyor ancak Delhi Türk devleti pek yer etmemiş. Mimarisini paylaştığım eser Delhi Türk Hükümdarlarınca tasarlatılmış ve inşa edilmiş eserler. Tabi tarihte İngilizler buraları hep Moğollar yaptı diye yazmış çizmiş, unutturmak için uğraşmış. Moğollar İslama – bilime hep karşı iken cami, minare, medrese, kabir yaptırmak şöyle kenarda dursun. 🖐🏻
Türklerin sanat bilgilerini tabi ki o zamandan kalan tablolardan, tuvallerden alamıyoruz. Nereden görüyoruz? Yaptıkları eserlerden.. Bunlar ibadethane hemen dibinde eğitime verilen önemi gösteren medreseler (okullar),minareler, türbeler, daha sonra kapalı pazar yerleri, saat kuleleri üstündeki bezemeler diye devam edecek..
Fotoğraflar demiştim, evet Delhi Türk devleti hükümdarı Kutbuddin Han zamanında 1200’lü yıllarda inşa edilmiş Kutbu Minar ve medresenin revakları. Sanata bakın, estetiğe, zerafete bakın.. Aslımız, neslimiz, ceddimiz, atalarımız sanatta ne durumdaymış birlikte görelim.. O zamanlar tasarım programları (autocad, sketchup, 3dmax, photoshop, lumion) yoktu. Şimdi sanata bakışımızı, sanatçıya bakışımızı, rum mimarisine olan hayranlığımızı gözden geçirelim. Kopyala yapıştır, ruhsuz, tuzsuz, hikayesiz, anlamsız yapılara – sanata bakalım.
Sanatla kalın. Sağlıcakla kalın.