Gün, gönlümüzün aradığı, memleketimizin güzelikleriyle kendi dünyamızda sakladığımız biraz da gerileri hatırlama zamanıdır. Gün çocukluğumuzu ve gençliğimizi hatırlama ve yad etme vaktidir.
Şimdi bizim oralarda, atalarımızın yaşadığı, ekmeğini aşını yediğimiz, suyunu, içtiğimiz doğup büyüdüğümüz, çocukluğumuzun geçtiği, koyun, keçi ve sığır güttüğümüz, katırlara, eşeklere bindiğimiz memleketin çayırlarında bahçelerinde, dağlarında çiçekler açmıştır…
Köyümüzün sokaklarında çember çevirdiğimiz, tahta arabaya bindiğimiz, halı dokuduğumuz, sırtımızda saman, kucağımızda odun taşıdığımız misket oynadığımız memleketimizin…
Okul çıkışı kimimizin top, bilez ve çelik çomak oynamak, kimimizin de ip atlamak, seksek oynamak için bir parça ekmeğe salça sürüp acele geçiştirilen öğünler vardır.
Mevki ismi vererek biliyorum hatıralarımı… Akmar derende, Eğrekçınarında, Sarıcasuyunda keçi eğirdim günleri hatırlarım. Kocaderende, Demirciderende, Çayderende balık tuttuğum günleri unutamam. Sanki Halil Amcayı ve yengeyi, Nuri Amca ve çocuklarını ve daha nice insanı tarlasının başında zannederim. Tarlada ekin biçtiğim; demet bağlandığım; tütün kırdığım; taş kaydırağımızı; çamdan arabalar, cevizden vırıldaklar, çemberler yaptığımızı; Çayır veya Kıran top sahamız olduğunu; çıkrık tekerlekli tahta arabalar yaptığımızı; ağaçlarında mazılar topladığımızı; salyangozlar, selebikler eski naylonlar satarak harclık yaptığımızı yad ediyorum. Harman yerlerinde düvene bindiğimiz; kazık, çelik çomak oynadığımız; öküz arabaları ve eşekler ulaşım aracı olduğu dün gibi hatırımdadır. Memleketimdeki bu saydığım mevkileri karış karış bilir ve düşlerim.
Bazen babalarımızın tütün parası almaya gidince alıp getirdigi çarşı (bazar) ekmeğini yemenin dayanılmaz hafifliğini, bazende bir dilim ekmeğe sürülen sapsarı tereyağını, köpük helvası, susam sürtmesi, veya üzerine serpilen toz şekerin lezzeti damaklarımızda durur hala…
Eski düğünleri, sünnetleri, hayır cemiyetleri, imeceleri, akşamları toplanıp gaz lambası ışığında maşınga (kuzine soba) etrafında yapılan sohbetleri, tencerede pişen fasülyeyi, buğday ekmeğini, yoğurdunu, turşusunu, pekmezini…
Gercek insanlığı, karşılıksız dostluğu, yüzdüğümüz ve balık tutuğumuz dereleri, ayrı kaldığımızda üzüldüğümüz özlediğimiz akrabaları, arkadaşları, dostları hiç unutamam.
Şimdi yok olmaya yüz tutmuş 100 yıllık ahşap ambarları ve serinliğini; yetişkinlerin ekin tarlarında, erkeklerin kırlarda, kızların da tütün tarlalarında söylediği türkülerin sadeliğini ve güzelliğini hatırlamayan ve özlemeyen yoktur.
Hülasa ömür çizgisi içerisinde çocukluğumuzu geçirdiğimiz hatıralar bazen gelip geçer zihninizden. Çünkü insanın çocukluğu anavatanıdır. Anavatanımıza sahip çıkmalı ve yad etmeliyiz.
Not; Köyümüz yani mahallemiz Oğuzların, Boz-ok Kolunun, Kayı Boyunun, Karakeçili Aşiretine mensup olup köy kurucuları dedelerimiz Horasan’dan, Domaniç’e ve daha sonra bugünkü yerine gelmişlerdir. Köy içinde yapımı Miladi 1807’ye dayanan tarihi çeşme bulunur. Diğer yandan bir cami, bir okul, orman işletme şefliği ve şantiyesi mevcuttur.
Çoçuklugumuzun hatiralari canlandi gozumuzde. Elinize saglik
Ankara Şehir Hastanesinde görevli Yahya ORUÇ’a teşekkür ederiz.