Çok sıcak bir yaz günüydü, Suriye üzerinden çöl tozları da gelince şehirdekilere serin bir yer sormuştum, beni bir zirvedeki keşişin çeşmesine yönlendirmişlerdi. Yarı çöl iklimindeki o memlekette, dağın zirvesindeki ceviz ağacının dibinden buz gibi su çıkıyordu. Hemen yanı başında yüzyıl önce faal olan bir manastır vardı ve karşı dağların zirvesinde beliren bir yapı daha. Karşılıklı iki zirvedeki Süryani Manastırlarının rahipleri ışık ile haberleşirlermiş, bir de eğittikleri posta güvercinleri ile… Bir gün yolum Malatya’da ikibin rakımlı bir Türkmen köyüne düşmüştü. Hemen yanıbaşındaki zirvede bir yığma taş vardı. Bu zirvede bir yerlerde yattığına (sır olduğuna) inanılan ulu kişi için bahar aylarında kurbanlar kesilir, lokma hayırı yapılırmış. Osmanlı döneminde Tunceli’de isyan çıkınca ve yeniçeriler isyanı bastırmaya yürüyünce, aradaki yüzlerce km.lik mesafeye rağmen, o zirvelerden yaktıkları ateş ile anlık haberleşirlermiş.
-“Merhaba”
-“Merhaba”
…
-“Hangi Köydensin?”
-“Süller”
-“Burası Gerçekten Türbe mi.?”
-“Bizim aslımız Türkmen (Oğuz), bu civarda dağların zirvesindeki dede (mekanlar) tek ise orası mezar olmayabilirde.”
-“Yani bu yapılar sembolikte olabilir, öyle mi?.”
-“…”
-“Peki bu Dedenin adı nedir?”
-“Bizim köyde” Işık Dedesi” derler, çok eskiden geceleri burada ışık görünürmüş”.
Yöremiz ve Kocabey’in çevresi Eski Türk mezarlıkları ile çevrili. 1071’den önce de atalarımız parça parça Anadolu’ya gelmiş, yerleşmiş. Gösterişsiz mezarlıklarını ise ölümü ve sevdiklerini hep hatırlamak için ya yol kenarlarına ya da yüksekçe yerlere yapmışlar.
Doğu Roma’nın başkenti, aynı zamanda Eski payitahtımız İstanbuldaki Galata Kulesinden, Topkapı Sarayından çıplak gözle Bursadaki Uludağ (Keşişdağı) görünür, Uludağ’dan, Ulus Dağı, Ulus’dan; Akdağ(Simav), Seydan(Gördes), -oradan da Spil(Manisa)- ayrıca Ege Denizi’ni gören Yunt Dağı da çıplak gözle görünür.
Eski devirlerde, uludağların zirveleri günümüzdeki büyük haberleşme istasyonları gibiymiş. Geceleri Ulus Dağından Balıkesir, Dursunbey, Kepsut, Simav, Demirci, Sındırgı ve Bigadiç’in ışıkları görünür.
Eski insanlar; yüksek sesle; yakın mesafeden, davul-zurna ile ortalama 10-20 km.den, ışık ile çok uzak mesafelerden iletişim kurmuşlar. Çok eğitimli olanlar ise, kriptolu mesajlarını hızlı at süren ulaklara veya posta güvercinlerine emanet etmişler ki bu her zaman kesin sonuca ulaşamamış.
Bu iletişim araçları arasında risksiz, kamuya açık, anlık ve en uzun mesafeli teknik: Işık. Işığın temel kaynağı geceleri ateş, gündüzleri duman veya güneşi yansıtan obje. Çünkü yüz yıl öncesine kadar elektrik enerjisi ve motorlu araç kullanımı olmadığı için ses ve görüntü kirliliği de yoktu. Ses ve ışık ile iletişim en hızlı, en ucuz ve en etkili yöntemdi. Günümüzde dahi alçak mesafeler sis altında olduğu zamanlarda yüksek zirveler güneşli olur ve birbirini görür. Görüntünün ulaşamadığı ara arterlere ise davul sesi ile mesaj ulaşır. Yani eski devrilerde de uzak mesafeler için hızlı ve etkin bir iletişim mümkündü. Ulus Dağında çakan şimşeği görmek, gök gürültüsünü duymak gibi…
Birgün Kocabey’de Işık Dedesine yolunuz düşerse, Ulus Dağına doğru bakın, dağlar sesleri yansıtmakla kalmayacak, başınızı sağ tarafa çevirdiğinizde Sındırgı ve Seydanı, sol tarafta çevirdiğinizde Bigadiç’i ve Karyağdı’yı göreceksiniz.
Bir not daha; Işık Dedesinin çevresinde şöyle kısa bir gezinti yaparsanız zeminin aslında kayalık olduğunu fark edersiniz.
Eski insanlar iletişimi dinsel mitlerle daha gizemli hale getirdiler. Bu mitler ayrıca eski devirlerin bireyini, toplumunu psikolojik olarak kontrol altında tuttu. Ve hiç kimse bu gizemi sorgulamaya cesaret dahi edemedi.
Anadolu Türk tarihinde; bu mitlerin en önemli aktörleri ise Anadolu’nun Türkleşmesini sağlayan Horosan Erenleri ve kerametleriydi. Onların kerameti “hurafe” değil, “akıl ve bilim”di.
Atalarımız; ağaçlar, taşlar ve mezarlar ile aslında bize zamansal ve mekansal bir bilgi hazinesi bıraktı. Yani tarihsel derinlikte bir ışık, bir bilim.
Beden ölür; gömülür, DNA; saklı kalır…